19 Eylül 2010 Pazar
HAYATTA BİR TUTAM BAHARAT MİSALİ
Hayatta Bir Tutam Baharat Misali
Bir yemek için baharat vazgeçilmezdir.Bir tutam baharattır ki yemeği vezir de eder rezilde…Hayatta bir baharat misali dolanıp dururuz.Hep tutarlı zira eğer çok kaçırırsak hayat denen yemeği mahvederiz.Az gelirsekte şu ölümlü dünyada kaybolur gideriz.Biliniz ki baharatsız yemek insansız hayat olmaz.Kıvamı tutturanlar acı tatlı hayattan zevk alanlardır.Kimi zaman hayatın acısı denk gelir kimi zaman şerbeti ve bazen ikiside karışır tarçına bulanmış buluruz kendimizi o zaman yapılması gereken tek şey derin bir nefes almaktır.Tarçının enfes kokusuyla mest olmak kendimizi baştan yaratmak…Ama öyle bir tat ve koku vardır ki etrafınızı sarar ve sizi esir eder.Türkün kahvesidir o artık dinlenme zamanı geldimiydi.Kendinizi teslim edersiniz.Yemek pişene hayat sonlanana dek sürekli ağır bir tempodayız ya, pes deme şansımız yok o zaman dinlenmeden devam edemeyiz.Türk kahvesi diğer kahvelere benzemez tam Türke özgüdür.Damarlardaki kanı hızlandırırken oturup üsturupluca düşünmeyide sağlar geçmişi hatırlatır geleceği düşündürür.Diğer kahveler gibi ayakta bir yerden bir yere giderken içilemez.Özeldir ruhumuz gibi benbeyaz bir fincanda bazende işlemeli bir fincanda gelir hayatın cilvesi misali…Bir masadan kalkarken hayasızca kalkmak olmaz.Emeği mutfaktaki telaşı yani hayatı düşünmek lazım gelir zira bu hayata kaç kere geliriz ki.
‘’Hayatın mutfağında geçen bir sene daha İyi ki doğdun Emre Bey ben içindeki şair çocuk’’
14.30 19.09.2010 Emre Afacanoğlu
14 Eylül 2010 Salı
ATEŞLE OYNAYANLAR
Sınırda durmasını bilecek insan zira ucurum hep yanı başımızda...Ateşten olan duygular var aşırı hırs,intikam,kıskançlık bir kere dokundunuzmu bertaraf olmadan kurtulunmaz.Bazen farkında olmaz insanoğlu yaklaşır hırsa kıskançlığa intikama ilerledikçe zehirli bir zevk alır.Gözü görmez hiç kimseyi yalnız intikamdır,kıskançlıktır duyduğu hissettiği...İlerledikçe yetmez duyduğu haz hep daha fazlası...Uyuşturucu gibi damarına damarına işler.Her türlü zehirli zevkle oynayanlar oynadıkları zevkle yanar biterler.Er kişi bunu bilir görür gönül gözüyle bu duygularla insan olunmayacağını yaklaşmaz kendini alıkoyar.Ama bu üç duygunun ateşi görülür görülmesine de en tehlikelisinin ateşide görünmez.Adına AŞK derler.İnsanı yakaladımı önce diğer duyguların veremeyeceği mutluluğu verir.Belli bir yerde durmasını bildinmi mutluluk senle sonsuza gider ama daha fazlası için devam ettinmi kumar oynarsın aşkla ve hep kaybeden olursun.Masadan kalkarken mutluluğunu alıp bir de acı verirler yan dur kendi başına diye...Aşkın yakmayanı olmaz.Ama bilirsen ateşle oynamanın kuralını vereceği mutuluktan kaçanda olmaz.
E.A
28 Ağustos 2010 Cumartesi
Aziz İzzet Efendi
Şöminede yanan odunların çıtırtısıda olmasa oda da ses sem yok.Sehpanın üstünde bir kum saati Akıp durur.Acelesi var belli…İki koltuk karşı karşıya,ikiside dolu.İki ayrı dünya karşı karşıya birinde delici bakışlarla karşındakini süzen gözler…Ayak bileklerine kadar uzanan pileli yeşil bir etek…Bembeyaz elinde uzanan küçük bir silah karşıya doğrulmuş.Karşıda oturan adam belliki otuzlarında ne kadarda soğuk dursa alnı terliyor yavaş yavaş… Elinde kırmızı fesi gözleri odaklanmış karşıdakinin gözlerine.Kadın ağır bir fransız aksanıyla ‘’Oyun bitti İzzet Efendi.Kum saatinde kumlar azalıyor.Ama sen son düşen kum tanesini göremeyeceksin.’’dedi...
AYRILIK
AYRILIK
Ayrılık bir acı tufan
Ayrılık zehirli bir hançer
Ayrılık deli bir fırtına
Sen olmayınca
Ayrılık yanıtı olmayan bir soru
Ayrılık çözümü olmayan problem
Ayrılık gözü yaşlı bir bakış
Mecule sallanan bir el
Ayrılık bir buluşma
Ayrılık kendini tanıma
Ayrılık açılmayan bir kilit
Ayrılık dalga kalan son yaprak
''AYRILIKTA OLMASA'' EMRE AFACANOĞLU
27 Ağustos 2010 Cuma
SULTAN-I YEGAH
SULTAN-I YEGAH
Şamdanları dolanınca eski zaman sevdalarının
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın
Nemli yumuşaklığı tende denizden gelen ahın
Gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın
Yansıyan yaslı gülüşmelerdir karasevdalı suda
Bülbüller kırılır umutsuzluktan yalnızlık korusunda
Eylem dağılmış gönül tenha çalgılar kış uykusunda
Ölümün tartışılmazlığı nihayet anlaşılsa da
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın
Bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak
Çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak
Su yasak rüzgar yasak açık kapılar yasak
Belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın
ATTİLA İLHAN
25 Ağustos 2010 Çarşamba
34 FN 346
geceyarıları
tenhadır buraları
ne in ne cin
kırmızı lambası
sanki kan damlası
demiryolu geçidinin
dağılmış su dumanı şimşekli bir karanlığa
yağmurun altında çınar
çınarın altında o karaltı
bırakılmış bir araba
34 FN 346
sağ arka lastiği yırtılmış
camlarında kurşun delikleri
içinde barut kokusu var
hala çalışıyor silecekleri
bir sola bir sağa
bir sola bir sağa
geceyarıları
tenhadır buraları
ne in ne cin
kırmızı lambası
sanki kan damlası
demiryolu geçidinin
şimşekler yaladıkça nikelajını
tırnak uçlarında çıtır çıtır
yoğun bir elektrik sokağa
bu araba mutlaka çalınmıştır
şüpheli ne zaman bulabilecekleri
dışarda unutmuş bir ayağını
bir genç direksiyona yıkılmıştır
kanı sımsıcak damlıyor
dirseklerinden koltuğa
roman çoktan bitmiş
yol bitmiş bitmiş kavga
hala çalışıyor silecekleri
bir sola bir sağa
bir sola bir sağa
bir sola bir sağa
geceyarıları
tenhadır buraları
ne in ne cin
kırmızı lambası
sanki kan damlası
demiryolu geçidinin
ATTİLA İLHAN
Benim Adım Sonbahar
nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar
ATTİLA İLHAN
ŞİŞKO İLE SISKA
ŞİŞKO İLE SISKA
Nikolayevski garında iki eski arkadaş karşılaşmıştı; biri tombalak, öbürü kupkuruydu.
Şişko, istasyon büfesinde yemeğini henüz bitirmiş, yağlı dudakları olgun kiraz gibi pırıl
pırıldı. Keres şarabıyla turunç çiçeği kokuyordu.
Sıska olan, trenden yeni inmiş; valizler, bohçalar, şapka kutularıyla yüklü idi. Üstünden
...jambon, kahve telvesi kokusu geliyordu. Ardı sıra zayıfça, uzun sivri çenesiyle karısı
ve uzun boylu, ikide bir, bir gözünü kırpıştıran jimnaz öğrencisi oğlu yürüyordu.
Sıskayı birdenbire farkeden şişko, ona doğru atıldı:
- Porfiri, sen misin dostum, diye bağırdı. Yıllar var görüşmeyeli, nerelerdesin yahu?
- Vay canına Mişa sen misin?!.. Ne tesadüf bu! Çocukluk arkadaşım... Nereden
böyle?
İki arkadaş kucaklaşıp üç kez öpüştükten sonra yaşarmış gözlerle birbirlerini seyre
başladılar. Tatlı bir şaşkınlık içindeydiler.
- Hay çok yaşayasın dostum, diye öpüştükten sonra başladı zayıf olan. Kırk yıl düşünsem
aklıma gelmezdi burada karşılaşacağımız! Ne hoş sürpriz bu!.. Dur bakayım
sana bir; maşallah, hep eskisi gibi yakışıklı, dinç, iki dirhem bir çekirdek Mişa'sın.
Ee, anlat bakalım: Herhalde paralandın, evlendin değil mi? Ben de çoluk çocuğa
karıştım. İşte karım Lüiza, Wantzenbah'lardan... Protestan... Şu da oğlum
Nafanail, üçüncü sınıfta. Nafanya, bak bu amca, çocukluk arkadaşımdır, jimnazda
birlikte okuduk.
Nafanail bir şey düşünür gibi durakladı, sonra kasketini çıkardı.
Sıska devam etti:
- Evet okulda birlikteydik. Sana taktığımız adı hatırlar mısın, Mişa? Okul kitaplarından
birini cigaranla yaktığın için Herostrates diye takılırdık... Benim adım da
arabozuculuğumdan ötürü Ephialtes'di... Kıh-kıh... Çocukluk... Çekinme Nafanya,
sokul amcana. Bu da karım, Wantzenbah ailesinden... Protestan.
Nafanail biraz düşündü, babasının arkasına sindi.
Coşkun bir sevinçle arkadaşına bakan şişko:
- Nerelerdesin şimdi, dostum, diye sordu. Nerede görevlisin? Epey ilerledin herhalde?
- Eh, karınca kararınca... İki yıldır 8'inci dereceye yükseldim: Bir Stanislav*
taktılar... Aylığımız pek ahım şahım değil, ama ne yapalım?.. Karım piyano dersleri
veriyor, ben boş zamanda oymalı tabaklar yapıyorum. Pek güzel tabaklar, görsen!
Tanesini birer rubleye satıyorum. On tane alana ıskontom var doğallıkla... Geçinip
gidiyoruz işte. Merkezdeyim, şimdi aynı bakanlıktan masa şefi olarak aktarma edildim
buraya. Ya sen? Kimbilir, 6'ncı dereceye gelmişsindir yüzde yüz.
- Çık azizim, daha çık... 3'üncüdeyiz... İki yıldızım da var.
Sıska bir anda değişiverdi: Yüzü sapsarı oldu, durduğu yerde put kesildi. Ama bu
hal yalnızca kısa bir an sürdü. Ardından, yüzüne birdenbire bir gülümseme yayıldı. Kırış kırış
olmuş yüz çizgilerinden, gözlerinden sanki ince ince kıvılcımlar saçılıyordu. Kupkuru
gövdesi büzülüp kamburlaşmış, daha da sıskalaşmıştı sanki... Karısının sivri çenesi daha da
uzadı. Nafanail hazır ol durdu, ceketini ilikledi.
Sıska, şişko arkadaşının karşısında ellerini uğuşturarak:
- Bendeniz, Ekselâns... şey... Çok memnun oldum yani... mutlu oldum. Bir dostum,
çocukluk arkadaşımız da diyebilirim... Böyle bir yere ulaşmış olması... Kih-kih!..
- Bırak bunları Porfiri, ne biçim konuşma bu! Çocukluk arkadaşları arasında resmiyet
olur mu, ayıp!
Sıska daha da büzülerek:
- Aman efendimiz... Nasıl olur, diye kihkihlemeye devam etti. Devletlinin yüksek
iltifatları... Bizler için baha biçilmez... Devletlimize Nafanail'i tanıştırmakla onur duyarım.
Karım Lüiza... Protestanlardan...
Şişko karşılık vermek istedi; ama sıskanın yüzüne yayılan korku derecesinde saygı,
baygınca tatlılık, yaltaklanma midesini bulandırdı. Yüzünü sıskadan çevirerek elini uzattı.
Sıska, 3'üncü derece yüksek memurun elinin üç parmağını saygıyla sıktı, bütün
gövdesiyle eğilerek selam verdi ve Çinlilerin yaptığı gibi kihkihledi. Karısı gülümsedi. Nafanail
reverans yaparken kasketini düşürdü. Üçü, uzaklaşan şişkonun arkasından tatlı bir şaşkınlık
içinde bakakaldılar.
Anton Çehov
24 Ağustos 2010 Salı
AKIP GİDEN ZAMAN
AKIP GİDEN ZAMAN
Akıp giden zaman geri getirmiyor seni
Sadece saçlarıma aklar ekliyor
Akıp giden zaman getirmiyor seni
Yanlızlığıma yanlızlık eklıyor
Akıp giden zaman soruyor bana seni
Anlatmak acı veriyor
Akıp giden zaman soruyor bana seni
Anlatmak sana kavuşturmuyor beni
Akıp giden zaman ne yapsın ki beni
Beni tamamlayan yarım sendin
Akıp giden zaman bıraksa beni
Bir müzik notasında bile bulurdum seni
‘’Eski Bir Şair’’ Emre Afacanoğlu 2007 şiirleri
19 Ağustos 2010 Perşembe
Gidersen Beni De Al Git
Gidersen Beni De Al Git
Gidiyorsun ya gözlerimi de al git
Sensiz bir dünyayı görmesinler.
Gidiyorsun ya sesimi de al git
Sensiz bir dünya dinlemesin şarkılarımı
Gidiyorsun ya kalemimi kırda git
Başkasına yazılmasın şiirlerim
Gidiyorsun ya gülüşümü al da git
Açmasın sensiz yüzümde güller
Gidiyorsun ya Gündüzleri al da git
Karanlık geceler arkadaş olsun bana
Gidiyorsun ya kalbimi bırakta git
Belki geri dönersin diye…
‘’Aşk Ve Gece’’ Emre Afacanoğlu
14 Ağustos 2010 Cumartesi
BİR AŞK-I FIRTINA BU
Bir aşk-ı fırtına bu derinlerde saklı
Hırçın denizlerde,savruk rüzgarlarda baht-ı
Sarhoş gönlümün aşk ,tek aht-ı
Yüreğim dermansız, yarin gözleri beni benden aldı.
Saat 01:39 14 ağustos 2010 Alel acele bir Ankara Seferi Emre Afacanoğlu
12 Ağustos 2010 Perşembe
GÖZLERİMİN İÇİNDE YALNIZ SEN
GÖZLERİMİN İÇİNDE YALNIZ SEN
Karanlık geceden gelen ben
Izdırap ateşi ile yanan ben
Affına sığınıp solan ben
Gözlerimin içinde yalnız sen
Gökyüzünde kara bulutlar ben
Derin kuyularda dolanan ben
Aşk nedir unutan ben
Gözlerimin içinde yalnız sen
Kalbi çıkarılıp taş konan ben
Çöllerde dolaşıp kahrolan ben
Sana ancak rüyalarda kavuşan ben
Gözlerimin içinde yalnız sen
‘’Aşk Esirleri’’ Emre Afacanoğlu
9 Ağustos 2010 Pazartesi
BİR ŞEHRE BAKIYORUM TEPELERDEN
Hayal kırıklıklarıyla örülmüş kaldırımlar
Karanlığa sığınmış aydınlıktan korkan
Bir şehre bakıyorum tepelerden
Ufukları kapkara bulutlu
Yer gök bir olmuşta
Yağmur arındıramamış sokaklarını
Bir şehre bakıyorum tepelerden
Karşımda senin yüzün
Hiç değişmemiş gözlerin
Hayasızca bakıyor yine
Uzanıyor tutamuyorum
Haykırışlarım sessız bu kez
Çünkü hayalin bile esir olmuş bu şehre
‘’ Karanlık Şehrin İnsanları’’ EMRE AFACANOĞLU
4 Ağustos 2010 Çarşamba
Sana Kavuşamadan Gitmek
Sana kavuşamadan gitmek
Seni görüp gözlerimi kapatmak
Sesini duyup sağır olmak
Gözlerini görüp unutamamak
Gidişini görüp kahrolmak
Senin uğruna yok olmak
Seni döndürmek için dünyayayı durdurmak
Gidişini görüp ağlayamamak
İçimden sonsuzca haykırmak
Bir yalnızlıkta tek başına kaybolmak
Gözlerini ararken kör olmak
Vazife uğruna kendinden geçmek
Kıpkırmızı bir gelincik tarlasında elde süngü
Düşman ardından koşmak
Bir mermiyle dizlerinin üstüne çökmek
Özgürlük için koşmak vurmak vurulmak
Ama ölmemek kalplerde yaşamak sonsuza dek
Dönüp seni bulmak ufka bakmak tasasız
Zırhsız bir yürek saf bir tebessümle yaşamak
Dönüp ufku beraber görememek
Bir selam çakıp sarılamadan gitmek
Soğuk cephede hayalinle ısınmak
Seni dünyada aramak isterken ahirette buluşmak
Gözlerini ufukta sesini top mermısınde duymak
Gözlerinle bayrağa bakmak Zafer nağralarını duyup
Acı bir tebessümle toprağa yığılmak senin hayalinle sonsuzluğa kavuşmak …
TÜRK OLMAK Emre Afacanoğlu
Seni görüp gözlerimi kapatmak
Sesini duyup sağır olmak
Gözlerini görüp unutamamak
Gidişini görüp kahrolmak
Senin uğruna yok olmak
Seni döndürmek için dünyayayı durdurmak
Gidişini görüp ağlayamamak
İçimden sonsuzca haykırmak
Bir yalnızlıkta tek başına kaybolmak
Gözlerini ararken kör olmak
Vazife uğruna kendinden geçmek
Kıpkırmızı bir gelincik tarlasında elde süngü
Düşman ardından koşmak
Bir mermiyle dizlerinin üstüne çökmek
Özgürlük için koşmak vurmak vurulmak
Ama ölmemek kalplerde yaşamak sonsuza dek
Dönüp seni bulmak ufka bakmak tasasız
Zırhsız bir yürek saf bir tebessümle yaşamak
Dönüp ufku beraber görememek
Bir selam çakıp sarılamadan gitmek
Soğuk cephede hayalinle ısınmak
Seni dünyada aramak isterken ahirette buluşmak
Gözlerini ufukta sesini top mermısınde duymak
Gözlerinle bayrağa bakmak Zafer nağralarını duyup
Acı bir tebessümle toprağa yığılmak senin hayalinle sonsuzluğa kavuşmak …
TÜRK OLMAK Emre Afacanoğlu
Kitap Okuma Alışkanlığı
Hayatta kazanılan en ıyı alışkanlıklardan bir tanesidir,kitap okumak.Çoğu insan başladığı bu yolda kolay pes eder.Lakin şu bılınmelıdır ki kitap okuma alışkanlığı bir kere kazanıldımı bir ömür boyu sizle birikte olacaktır.Ağaç yaşken eğilir.Ata sözündende anlaşılacağı üzere kitap okuma alışkanlığı en iyi küçük yaşlarda kazanılır.Eğer böyle bir olanağa sahip olunamamış ise vazgeçmemek gerekir.Öğrenmenin okumanın yaşı yoktur.Başlarken ağır kitaplarla yani sıkıcı diye tabir edilen içinde çok fazla aksiyon olmayan olay esaslı değil durum esaslı kitaplardan başlamamak gerekir.Çünkü kısa zamanda sıkılınıp kitap bir köşeye atılacaktır.Bu sebeble ilk başta kısa hikayeler içeren kitaplarla başlana bilir.Daha sonra romanlara geçilir.Bu ilk safha romanları akıcı üslupla yazılmış okuyucuyu kendınden alıkoymayan tamamen profesyonel tarzda yazılmış kitaplardır.Benim birinci tavsiyem Elif Şafak Hanımefendinin kitapları olacktır.Özellikle AŞK adlı kitabı size kitap okumanın ne denli zevkli bir hobi olduğunu gösterecektir.İnsanlar film izlemeyi herzaman kitap okumaktan bir sıra önde tutarlar.Aslında çok doğaldır.Bir kitap fiziksel görsel aktiviteyi hiçbir zaman yakalayamaz.Ama filmden herzaman öndedir Çünkü özellikle okuyucular okudukları kitapların filmlerini izlediklerinde kesınlıkle aynı hazı duymadıklarını söylerler.Sebebi izlenilen filim yönetmenin ve senaristin hayal dünyasından çıkanlardır.Oysa kitabı okurken sadece siz ve kitap vardır Sadece sizin hayal dünyanızdan cıkanlar beyin gözünüzde canlanır.Mutlaka filmde vazgeçilmez bir sanat olabilir ama kitap herzaman kişiye özgü olduğundan birinci sırasını koruyacaktır.Basamaklar halinde çizgiyi hep yükselterek iyi bir kitap okuma aşığı olabilir siniz Bu da kendinizi sürekli geliştirmeniz olgunlaştırmanız hayata farklı gözlerle bakmanızı sağlayacaktır. Buna da gerçekten değer...
Emre Afacanoğlu 04.08.2010
Emre Afacanoğlu 04.08.2010
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)