28 Ağustos 2010 Cumartesi

Aziz İzzet Efendi

Şöminede yanan odunların çıtırtısıda olmasa oda da ses sem yok.Sehpanın üstünde bir kum saati Akıp durur.Acelesi var belli…İki koltuk karşı karşıya,ikiside dolu.İki ayrı dünya karşı karşıya birinde delici bakışlarla karşındakini süzen gözler…Ayak bileklerine kadar uzanan pileli yeşil bir etek…Bembeyaz elinde uzanan küçük bir silah karşıya doğrulmuş.Karşıda oturan adam belliki otuzlarında ne kadarda soğuk dursa alnı terliyor yavaş yavaş… Elinde kırmızı fesi gözleri odaklanmış karşıdakinin gözlerine.Kadın ağır bir fransız aksanıyla ‘’Oyun bitti İzzet Efendi.Kum saatinde kumlar azalıyor.Ama sen son düşen kum tanesini göremeyeceksin.’’dedi...

AYRILIK



AYRILIK



Ayrılık bir acı tufan

Ayrılık zehirli bir hançer

Ayrılık deli bir fırtına

Sen olmayınca



Ayrılık yanıtı olmayan bir soru

Ayrılık çözümü olmayan problem

Ayrılık gözü yaşlı bir bakış

Mecule sallanan bir el



Ayrılık bir buluşma

Ayrılık kendini tanıma

Ayrılık açılmayan bir kilit

Ayrılık dalga kalan son yaprak


''AYRILIKTA OLMASA'' EMRE AFACANOĞLU

27 Ağustos 2010 Cuma

SULTAN-I YEGAH






SULTAN-I YEGAH




Şamdanları dolanınca eski zaman sevdalarının

Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın

Nemli yumuşaklığı tende denizden gelen ahın

Gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının

Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın



Yansıyan yaslı gülüşmelerdir karasevdalı suda

Bülbüller kırılır umutsuzluktan yalnızlık korusunda

Eylem dağılmış gönül tenha çalgılar kış uykusunda

Ölümün tartışılmazlığı nihayet anlaşılsa da

Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın



Bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak

Çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak

Su yasak rüzgar yasak açık kapılar yasak

Belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak

Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın



ATTİLA İLHAN

25 Ağustos 2010 Çarşamba

34 FN 346







geceyarıları


tenhadır buraları

ne in ne cin

kırmızı lambası

sanki kan damlası

demiryolu geçidinin



dağılmış su dumanı şimşekli bir karanlığa

yağmurun altında çınar

çınarın altında o karaltı

bırakılmış bir araba

34 FN 346

sağ arka lastiği yırtılmış

camlarında kurşun delikleri

içinde barut kokusu var

hala çalışıyor silecekleri

bir sola bir sağa

bir sola bir sağa



geceyarıları

tenhadır buraları

ne in ne cin

kırmızı lambası

sanki kan damlası

demiryolu geçidinin



şimşekler yaladıkça nikelajını

tırnak uçlarında çıtır çıtır

yoğun bir elektrik sokağa

bu araba mutlaka çalınmıştır

şüpheli ne zaman bulabilecekleri

dışarda unutmuş bir ayağını

bir genç direksiyona yıkılmıştır

kanı sımsıcak damlıyor

dirseklerinden koltuğa

roman çoktan bitmiş

yol bitmiş bitmiş kavga

hala çalışıyor silecekleri

bir sola bir sağa

bir sola bir sağa

bir sola bir sağa



geceyarıları

tenhadır buraları

ne in ne cin

kırmızı lambası

sanki kan damlası

demiryolu geçidinin



ATTİLA İLHAN

Benim Adım Sonbahar





nasıl iş bu


her yanına çiçek yağmış

erik ağacının

ışık içinde yüzüyor

neresinden baksan

gözlerin kamaşır



oysa ben akşam olmuşum

yapraklarım dökülüyor

usul usul

adım sonbahar



ATTİLA İLHAN




Tanrı yüzünü çirkin yaratmışsa, kendine gel.


Hem çirkin yüzlü hem de çirkin huylu olma bari.

Cahil olanların merhameti ve lütfu azdır.

Körler çarşısında ayna satma, sağırlar çarşısında gazel atma.

Doğrudan nasihat, kişiyi yaralar.



MEVLANA...

ŞİŞKO İLE SISKA




 ŞİŞKO İLE SISKA


Nikolayevski garında iki eski arkadaş karşılaşmıştı; biri tombalak, öbürü kupkuruydu.

Şişko, istasyon büfesinde yemeğini henüz bitirmiş, yağlı dudakları olgun kiraz gibi pırıl

pırıldı. Keres şarabıyla turunç çiçeği kokuyordu.

Sıska olan, trenden yeni inmiş; valizler, bohçalar, şapka kutularıyla yüklü idi. Üstünden

...jambon, kahve telvesi kokusu geliyordu. Ardı sıra zayıfça, uzun sivri çenesiyle karısı

ve uzun boylu, ikide bir, bir gözünü kırpıştıran jimnaz öğrencisi oğlu yürüyordu.

Sıskayı birdenbire farkeden şişko, ona doğru atıldı:

- Porfiri, sen misin dostum, diye bağırdı. Yıllar var görüşmeyeli, nerelerdesin yahu?

- Vay canına Mişa sen misin?!.. Ne tesadüf bu! Çocukluk arkadaşım... Nereden

böyle?

İki arkadaş kucaklaşıp üç kez öpüştükten sonra yaşarmış gözlerle birbirlerini seyre

başladılar. Tatlı bir şaşkınlık içindeydiler.

- Hay çok yaşayasın dostum, diye öpüştükten sonra başladı zayıf olan. Kırk yıl düşünsem

aklıma gelmezdi burada karşılaşacağımız! Ne hoş sürpriz bu!.. Dur bakayım

sana bir; maşallah, hep eskisi gibi yakışıklı, dinç, iki dirhem bir çekirdek Mişa'sın.

Ee, anlat bakalım: Herhalde paralandın, evlendin değil mi? Ben de çoluk çocuğa

karıştım. İşte karım Lüiza, Wantzenbah'lardan... Protestan... Şu da oğlum

Nafanail, üçüncü sınıfta. Nafanya, bak bu amca, çocukluk arkadaşımdır, jimnazda

birlikte okuduk.

Nafanail bir şey düşünür gibi durakladı, sonra kasketini çıkardı.

Sıska devam etti:

- Evet okulda birlikteydik. Sana taktığımız adı hatırlar mısın, Mişa? Okul kitaplarından

birini cigaranla yaktığın için Herostrates diye takılırdık... Benim adım da

arabozuculuğumdan ötürü Ephialtes'di... Kıh-kıh... Çocukluk... Çekinme Nafanya,

sokul amcana. Bu da karım, Wantzenbah ailesinden... Protestan.

Nafanail biraz düşündü, babasının arkasına sindi.

Coşkun bir sevinçle arkadaşına bakan şişko:

- Nerelerdesin şimdi, dostum, diye sordu. Nerede görevlisin? Epey ilerledin herhalde?

- Eh, karınca kararınca... İki yıldır 8'inci dereceye yükseldim: Bir Stanislav*

taktılar... Aylığımız pek ahım şahım değil, ama ne yapalım?.. Karım piyano dersleri

veriyor, ben boş zamanda oymalı tabaklar yapıyorum. Pek güzel tabaklar, görsen!

Tanesini birer rubleye satıyorum. On tane alana ıskontom var doğallıkla... Geçinip

gidiyoruz işte. Merkezdeyim, şimdi aynı bakanlıktan masa şefi olarak aktarma edildim

buraya. Ya sen? Kimbilir, 6'ncı dereceye gelmişsindir yüzde yüz.

- Çık azizim, daha çık... 3'üncüdeyiz... İki yıldızım da var.

Sıska bir anda değişiverdi: Yüzü sapsarı oldu, durduğu yerde put kesildi. Ama bu

hal yalnızca kısa bir an sürdü. Ardından, yüzüne birdenbire bir gülümseme yayıldı. Kırış kırış

olmuş yüz çizgilerinden, gözlerinden sanki ince ince kıvılcımlar saçılıyordu. Kupkuru

gövdesi büzülüp kamburlaşmış, daha da sıskalaşmıştı sanki... Karısının sivri çenesi daha da

uzadı. Nafanail hazır ol durdu, ceketini ilikledi.

Sıska, şişko arkadaşının karşısında ellerini uğuşturarak:

- Bendeniz, Ekselâns... şey... Çok memnun oldum yani... mutlu oldum. Bir dostum,

çocukluk arkadaşımız da diyebilirim... Böyle bir yere ulaşmış olması... Kih-kih!..

- Bırak bunları Porfiri, ne biçim konuşma bu! Çocukluk arkadaşları arasında resmiyet

olur mu, ayıp!

Sıska daha da büzülerek:

- Aman efendimiz... Nasıl olur, diye kihkihlemeye devam etti. Devletlinin yüksek

iltifatları... Bizler için baha biçilmez... Devletlimize Nafanail'i tanıştırmakla onur duyarım.

Karım Lüiza... Protestanlardan...

Şişko karşılık vermek istedi; ama sıskanın yüzüne yayılan korku derecesinde saygı,

baygınca tatlılık, yaltaklanma midesini bulandırdı. Yüzünü sıskadan çevirerek elini uzattı.

Sıska, 3'üncü derece yüksek memurun elinin üç parmağını saygıyla sıktı, bütün

gövdesiyle eğilerek selam verdi ve Çinlilerin yaptığı gibi kihkihledi. Karısı gülümsedi. Nafanail

reverans yaparken kasketini düşürdü. Üçü, uzaklaşan şişkonun arkasından tatlı bir şaşkınlık

içinde bakakaldılar.

Anton Çehov

24 Ağustos 2010 Salı

AKIP GİDEN ZAMAN




  AKIP GİDEN ZAMAN

Akıp giden zaman geri getirmiyor seni

Sadece saçlarıma aklar ekliyor

Akıp giden zaman getirmiyor seni

Yanlızlığıma yanlızlık eklıyor



Akıp giden zaman soruyor bana seni

Anlatmak acı veriyor

Akıp giden zaman soruyor bana seni

Anlatmak sana kavuşturmuyor beni



Akıp giden zaman ne yapsın ki beni

Beni tamamlayan yarım sendin

Akıp giden zaman  bıraksa beni

Bir müzik notasında bile bulurdum seni

‘’Eski Bir Şair’’ Emre Afacanoğlu 2007 şiirleri

19 Ağustos 2010 Perşembe

Gidersen Beni De Al Git




Gidersen Beni De Al Git




Gidiyorsun ya gözlerimi de al git

Sensiz bir dünyayı görmesinler.

Gidiyorsun ya sesimi de al git

Sensiz bir dünya dinlemesin şarkılarımı

Gidiyorsun ya kalemimi kırda git

Başkasına yazılmasın şiirlerim

Gidiyorsun ya gülüşümü al da git

Açmasın sensiz yüzümde güller

Gidiyorsun ya Gündüzleri al da git

Karanlık geceler arkadaş olsun bana

Gidiyorsun ya kalbimi bırakta git

Belki geri dönersin diye…

‘’Aşk Ve Gece’’ Emre Afacanoğlu

14 Ağustos 2010 Cumartesi

BİR AŞK-I FIRTINA BU


Bir aşk-ı fırtına bu derinlerde saklı
Hırçın denizlerde,savruk rüzgarlarda baht-ı
Sarhoş gönlümün aşk ,tek aht-ı
Yüreğim dermansız, yarin gözleri beni benden aldı.
   Saat 01:39 14 ağustos 2010 Alel acele bir Ankara Seferi Emre Afacanoğlu

12 Ağustos 2010 Perşembe

GÖZLERİMİN İÇİNDE YALNIZ SEN



GÖZLERİMİN İÇİNDE YALNIZ SEN


Karanlık geceden gelen ben

Izdırap ateşi ile yanan ben

Affına sığınıp solan ben

Gözlerimin içinde yalnız sen



Gökyüzünde kara bulutlar ben

Derin kuyularda dolanan ben

Aşk nedir unutan ben

Gözlerimin içinde yalnız sen



Kalbi çıkarılıp taş konan ben

Çöllerde dolaşıp kahrolan ben

Sana ancak rüyalarda kavuşan ben

Gözlerimin içinde yalnız sen

‘’Aşk Esirleri’’ Emre Afacanoğlu

9 Ağustos 2010 Pazartesi

BİR ŞEHRE BAKIYORUM TEPELERDEN

Bir şehre bakıyorum tepelerden

Hayal kırıklıklarıyla örülmüş kaldırımlar

Yüzleri yere dönük yürüyen insanlar

Karanlığa sığınmış aydınlıktan korkan

Bir şehre bakıyorum tepelerden

Ufukları kapkara bulutlu

Yer gök bir olmuşta

Yağmur arındıramamış sokaklarını

Bir şehre bakıyorum tepelerden

Karşımda senin yüzün

Hiç değişmemiş gözlerin

Hayasızca bakıyor yine

Uzanıyor tutamuyorum

Haykırışlarım sessız bu kez

Çünkü hayalin bile esir olmuş bu şehre

‘’ Karanlık Şehrin İnsanları’’ EMRE AFACANOĞLU

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Sana Kavuşamadan Gitmek

Sana kavuşamadan gitmek


Seni görüp gözlerimi kapatmak

Sesini duyup sağır olmak

Gözlerini görüp unutamamak

Gidişini görüp kahrolmak

Senin uğruna yok olmak

Seni döndürmek için dünyayayı durdurmak

Gidişini görüp ağlayamamak

İçimden sonsuzca haykırmak

Bir yalnızlıkta tek başına kaybolmak

Gözlerini ararken kör olmak

Vazife uğruna kendinden geçmek

Kıpkırmızı bir gelincik tarlasında elde süngü

Düşman ardından koşmak

Bir mermiyle dizlerinin üstüne çökmek

Özgürlük için koşmak vurmak vurulmak

Ama ölmemek kalplerde yaşamak sonsuza dek

Dönüp seni bulmak ufka bakmak tasasız

Zırhsız bir yürek saf bir tebessümle yaşamak

Dönüp ufku beraber görememek

Bir selam çakıp sarılamadan gitmek

Soğuk cephede hayalinle ısınmak

Seni dünyada aramak isterken ahirette buluşmak

Gözlerini ufukta sesini top mermısınde duymak

Gözlerinle bayrağa bakmak Zafer nağralarını duyup

Acı bir tebessümle toprağa yığılmak senin hayalinle sonsuzluğa kavuşmak …
                    TÜRK OLMAK                     Emre Afacanoğlu

Kitap Okuma Alışkanlığı

Hayatta kazanılan en ıyı alışkanlıklardan bir tanesidir,kitap okumak.Çoğu insan başladığı bu yolda kolay pes eder.Lakin şu bılınmelıdır ki kitap okuma alışkanlığı bir kere kazanıldımı bir ömür boyu sizle birikte olacaktır.Ağaç yaşken eğilir.Ata sözündende anlaşılacağı üzere kitap okuma alışkanlığı en iyi küçük yaşlarda kazanılır.Eğer böyle bir olanağa sahip olunamamış ise vazgeçmemek gerekir.Öğrenmenin okumanın yaşı yoktur.Başlarken ağır kitaplarla yani sıkıcı diye tabir edilen içinde çok fazla aksiyon olmayan olay esaslı değil durum esaslı kitaplardan başlamamak gerekir.Çünkü kısa zamanda sıkılınıp kitap bir köşeye atılacaktır.Bu sebeble ilk başta kısa hikayeler içeren kitaplarla başlana bilir.Daha sonra romanlara geçilir.Bu ilk safha romanları akıcı üslupla yazılmış okuyucuyu kendınden alıkoymayan tamamen  profesyonel tarzda yazılmış kitaplardır.Benim birinci tavsiyem Elif Şafak Hanımefendinin kitapları olacktır.Özellikle AŞK adlı kitabı size kitap okumanın ne denli zevkli bir hobi olduğunu gösterecektir.İnsanlar film izlemeyi herzaman kitap okumaktan bir sıra önde tutarlar.Aslında çok doğaldır.Bir kitap fiziksel görsel aktiviteyi hiçbir zaman yakalayamaz.Ama filmden herzaman öndedir Çünkü özellikle okuyucular okudukları kitapların filmlerini izlediklerinde kesınlıkle aynı hazı duymadıklarını söylerler.Sebebi izlenilen filim yönetmenin ve senaristin hayal dünyasından çıkanlardır.Oysa kitabı okurken sadece siz ve kitap vardır Sadece sizin hayal dünyanızdan cıkanlar beyin gözünüzde canlanır.Mutlaka filmde vazgeçilmez bir sanat olabilir ama kitap herzaman kişiye özgü olduğundan birinci sırasını koruyacaktır.Basamaklar halinde çizgiyi hep yükselterek iyi bir kitap okuma aşığı olabilir siniz Bu da kendinizi sürekli geliştirmeniz olgunlaştırmanız hayata farklı gözlerle bakmanızı sağlayacaktır. Buna da gerçekten değer...
                                                     Emre Afacanoğlu  04.08.2010